Ne yazık ki modernitenin geri plana atıldığı, insanların artık rasyonalizmden yana tavır almayı bıraktıkları bir dünyada, bizler, son 20 yılda etkilerini iyice artıran postmodernizm ile düşünmekten ve kavramların içeriklerinden uzaklaştık. İnsanlık belki de tarihinin en kötü günlerini yaşarken dahi kurduğumuz cümlelerin çoğu sloganlardan öteye gidemiyor ve bu sloganlar da egolarımızı tatmin etmekten başka bir işleve sahip değil. İşte tam da bu noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi’nde kullandığı, sonrasında da Ulusal Kurtuluş Mücadelemizin parolası haline gelen “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesini tekrar hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu cümle ile hemen hemen hepimiz çok küçük yaşlarda tanıştık; hatta tarih derslerinde öğretmenlerimiz tarafından hepimize ezberletildi, girdiğimiz bütün sınavlarda muhakkak karşımıza çıktı. Fakat maalesef bir asır sonra dahi yazının girişinde bahsettiğim sebeplerden dolayı bu cümleyi anlamadığımızı ve ulusal egemenliğimizi kazanmamızın 100. yılında bu cümle üzerine düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.
Daha Kurtuluş Savaşı’nın hemen başlangıcında bu cümlenin kurulması gerçekte ulusa yön göstermekle birlikte aslında büyük de bir sorumluluk yüklüyordu. Egemenliğimizi kazanmamızda kendimizden başka güveneceğimiz hiçbir kurum olmadığını belirten M. Kemal bunun yöntemini de azimli ve kararlı olmak olarak ortaya koyuyor. Ulus, kendi geleceği hakkında karar yetkisine tek başına sahip olmak zorundadır. Aksi durum; egemenliğin, ulusun bütününden çıkıp, bir kişiye veya bir gruba ait olması, sömürüye yani tam bağımsızlığın yitirilişine yol açacaktır. Bu sebeple, kendisinden başka hiçbir dayanağı olmayan ulus, azimli ve kararlı olmak zorundadır. Yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen umudunu ve kararlı tavrını korumak mecburiyetindedir. Bu umut ise temelden yoksun bir umut olmamalıdır. Bugün ulusun bireyleri geleceklerini belirleme arzusunda iseler, ki öyle olduğunu görüyoruz, bunun için bayramlarda Anıtkabir ziyaretinden daha fazlasının yapılması gerekiyor. Tüm umutlarımızı sarı saçlı mavi gözlü Atatürk’e bağlayamayız.
2020 Türkiyesi’nde her ne kadar seçimden seçime oy kullanmaya gidiyor ve sözde egemenliğin bizlere ait olduğu iddia ediliyorsa da gerçekler pek de bu durumla bağdaşmıyor. Gerçekte, ulustan ziyade bir grubun egemenliği ve hakkımız olan egemenliğimizi alma yoluna girersek de gayri-milli veya terörist olarak nitelendirilmemiz söz konusu. Öncelikle ulusu tekrar tek egemen güç kılmak isteyen bizler bu durum karşısında kararlılığımızı korumak zorundayız. Parolamız her şart altında “egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” olmalıdır. Günümüzün şartları, ulusal egemenlik mücadelemizin en yoğun olduğu 1900’lerin başındaki durumdan pek de farklı değil. İki durumda da ülke bir saraydan yönetilmekte ve egemenlik halka değil padişaha/başkana ve yanlarındaki küçük bir azınlığa ait durumda. Aradaki en büyük fark ise seçimlerde oy kullanma illüzyonundan ibaret. Yine her ne kadar kendi seçtiğimiz vekilleri meclise gönderiyor gibi gözüksek de Atatürk’ün bir sözü bugünkü durumumuzu çok iyi özetlemekte: “Meclislerce yönetilen ülkelerde ise en yıkıcı durum, kimi milletvekillerinin yabancılar adına ve çıkarına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclisleri ’ne dek girme yolunu bulabilen vatan hainlerine rastlanabileceğini, tarihin bu konudaki örnekleri ile inanmak zorunluluğu vardır. Bunun için ulus, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Ulusun yanılgıdan korunması için tek çıkar yol, düşünce ve davranışlarıyla ulusun güvenini kazanmış siyasal bir partinin, seçimlerde ulusa kılavuzluk etmesidir.” Bugün, ulusumuz ne yazık ki yüce mecliste temsil edilemiyor. Ne kendi seçtiği vekilleri meclise gönderebiliyor ne de meclisteki vekillerden sorunlarına çözüm bulabiliyor. Türkiye, bugün Atatürk’ün tanımladığı siyasal partinin eksikliğini yaşıyor. Bu eksikliği yaşarken de egemenlik mücadelemizde karamsarlığa düştüğümüz olabiliyor fakat bizlere yüklenen kararlı olma sorumluluğu bu düşüş anlarını en az zarar ile atlatmamızın biricik yoludur.
Egemenliğimizi alma sürecini büyük bir azimle yönetip rasyonel düşüncenin ışığında egemenliği tekrar kazanmanın yöntemlerini üretmeliyiz. Bu süreçte de kendini mesleki ve ideolojik anlamda çok iyi yetiştirmiş, çağın gereklerini kavramış bir kadroya ihtiyacımız olduğu çok açıktır. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının neredeyse hepsi kendi alanlarında dünya çapında düşün insanlarıydı. Aralarında çok iyi hukukçular, eğitimciler, askerler vardı. O kadrolar, ülkenin geleceği hakkında söz sahibi olmaya çalışırken öğrenim hayatlarını arka plana atmadan fakat ülkeyi işgalden kurtarma sürecinden de geri kalmadan mücadele ettiler. Bugün ise özellikle üniversite öğrencilerinin bu gerçeğin farkında olmadan öğrenim hayatlarını bir kenara bırakıp siyasetçilik oynadıklarına şahit oluyoruz. Kısa üniversite hayatı süresince bu oyuna devam eden öğrenciler üniversitede kazanacakları yeterliliklerden yoksun olarak mezun olmakta ve doğal olarak da insanların hayatına yön verme şansına sahip olabilecekleri devlet ve özel sektörün önemli pozisyonlarına gelememekte. Dört yıllık sürecin sonunda da devrim hayalleri suya düşmekte. Bizim bugün azimli olmaktan anladığımız ise ülkeye yön verebilecek nitelikte ve güçte, sadece ulusun faydasını düşünerek alınacak olan kararların sahibi olabilmek için her birimizin mesleki alanlarımızda en iyi yetişmiş ve çağın gereklerine uygun en ileri düşünceleri üreten bireyler olma zorunluluğumuzdur. Bunun için de çok açıktır ki üniversite öğrencileri bugün egemenlik mücadelesini bırakmadan ilk plana öğrenim hayatlarını koymak zorundadır. Egemenliğimizi tekrar kazanmamızın tek yolu sözünü ettiğimiz bu kadrodan geçmektedir. Böyle bir kadrodan yoksun gelişen hareketler kısa süreli ve başarısız olacaklardır. Çünkü ideolojik olarak kendimizi çok iyi yetiştirmiş olsak bile insanların hayatına etki edebileceğimiz maddi koşullara sahip değilsek veya maddi koşullara sahip olup da ideolojik birikimden yoksun isek halkta bir karşılık bulmamız imkansıza yakın bir hal alıyor.
Egemenliğimizi kazanışımızın 100. yıl dönümünde ulus olarak egemenliğimizin sahibi ne yazık ki bizler değil, iktidardaki bir avuç insan ve onların maddi destekçileridir. Eğer tekrar egemen güç olmak istiyorsak kısa vadeli planlardan kaçınıp uzun vadeli fakat başarısız olma ihtimali düşük bir hareket başlatmak zorundayız. Yetişmiş ve yetişmekte olan kadrolarımızın yön vereceği bu hareket demokratik yöntemleri esas olarak belirleyip Anadolu insanında bir karşılık oluşturmalıdır. 21. yüzyılda ulusun tek egemen güç olmasının en akla uygun yolunun bu yazıda özetlediğim süreçlerden geçtiğini düşünüyorum. Bu vesileyle mücadelemize ışık olan düşün önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e ve düşün arkadaşlarına minnetlerimi sunuyor ve hepimizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.