Bir ülkenin yasama organının yüzüncü yılını doldurması kendi başına çok büyük bir olayken 23 Nisan’ın bizim için anlamı bunun da çok ötesindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem emperyalistlerin ve onların taşeronluğunu yapan kukla devletlerin işgaline, hem de milletin egemenliğini saraya hapseden sultana karşı Türk ulusunun bağımsızlık mücadelesini verdiği tek ve yüce kurum olarak 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılmıştır. Bu nedenle Türk ulusu için 23 Nisan tarihi, hem padişah boyunduruğundan hem de düşman işgalinden kurtuluşun başlangıç tarihi olarak iki ayrı noktada ele alınmalıdır.
Parlamento kavramı ve fikri ilk olarak Batı’da ortaya çıkmıştır. Orta çağda Batı devletlerinin yönetimine kral ve onun derebeyleri yön veriyorken, Batı’da yaşanan toplumsal ve ekonomik gelişmeler sonucunda burjuvazi sınıfının ortaya çıkışı, yurttaşlık bilincinin gelişimi ve bütün bunların ulus devletleri doğurmasıyla, halk, kralın ve çevresindeki ayrıcalıklı azınlığın egemenliğine baş kaldırmış, ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak için mücadele etmiştir. Halkın yönetimini esas alan demokrasi ilkesinin olmazsa olmaz nesnesi parlamento böyle doğmuştur. Halk, kendisini temsil edecek üyeleri parlamentoya göndermiş ve orada kendi sorunlarının gündeme gelmesini, haklarının savunulmasını, çıkarlarının korunmasını sağlamıştır.
Türkiye tarihinde ilk parlamento, ilk anayasayla birlikte 1876’da II. Abdülhamid’in padişahlığı sırasında, Mithat Paşa’nın önderliğinde açılmıştır. Ne var ki bu meclis, yönetim yetkisinin kaynağını halktan değil sultanın iradesinden alıyor, halk egemenliği şeklinde değil sultanın egemenliğini halk ile paylaşmaya lütfetmesiyle ortaya çıkıyordu. Sonuç olarak bu meclis fazla uzun ömürlü olamamış, II. Abdülhamid tarafından 93 Harbi bahane edilerek kapatılmış, meclisin fikir babası Mithat Paşa sürgüne gönderildiği yerde öldürülmüştür. Bu olaydan sonra istibdat dönemi başlamış, basın sansüre uğramış, aydınlar ülkeyi terk etmeye zorlanmış, sultan, idareyi ellerine alarak imparatorluğu 33 yıl tek başına yönetmiştir.
İstibdat dönemine son veren 1908 Jön Türk Devrimi meclisin yeniden açılmasını, anayasanın yeniden yürürlüğe girmesini sağlamıştır. Ne var ki bu dönemde de Osmanlı Devleti’nin geri kalmış yapısına doğru teşhisler konamamış, onu dönüştürecek radikal kararlar alınamamıştır. 1908’de kurulan meşruti monarşi, 1913’teki Babıali Baskınından sonra yerini üç Osmanlı paşasının diktatörlüğüne dönüşen bir yönetime bırakmıştır.
Azgelişmişlik içerisinde çırpınan imparatorluk, I. Dünya Savaşı’ndan büyük bir yenilgiyle ayrılmış ve dört bir yandan işgale uğramıştı. Bitmek bilmeyen savaşların ağır yüküyle beraber yıllarca Osmanlı tarafından ihmal edilmiş olmanın da izlerini taşıyan Anadolu halkı ise perişan haldedir. TBMM, Ankara’da açıldığı zaman yüzleşilen manzara, dünyanın en büyük devletleri tarafından paylaşılmak üzere olan ekonomik ve toplumsal olarak geri kalmış bir ülkeye aitti. 600 yıllık imparatorluğun başkenti olagelmiş, kültürel ve ekonomik olarak imparatorluğun en gelişmiş şehri olan İstanbul gibi bir merkezden ayrı bir yerde ulusal bir meclisin toplanması hem mücadelenin kararlılığını gösteriyor hem de yeni kurulacak düzenin eski düzenle bağlarını keskin bir şekilde koparacağının işaretlerini veriyordu.
Tek adam yönetimlerinde alınan kararlar başarısızlık getirdiği zaman kamuoyunda fatura daima tek adama kesilir. Padişahlar başarısızlıklarının veya iktidar üzerinde etkili çıkar gruplarını memnun etmeyen kararlarının bedelini tahtlarını kaybederek ödemişlerdir. Tek adamın kararlarından kurtulmak için onu indirebilirsiniz fakat meclis gibi bütün ulusun adına konuşan bir kurumun kararlarından kurtulmak için o ulusu yok etmeniz gerekir. Halkın seçtiği meclis halk adına kararlar aldığı için bu kararların sorumluluğu bütün toplumun üzerindedir. Eğer meclisin başındaki kişiyi indirirseniz yerine gelen sizden hesap sormaya hazırdır. İşte bu noktadan hareketle, 93 Harbinde savaş bahanesiyle demokrasiye büyük bir darbe indiren Abdülhamid’in aksine, Milli Mücadele boyunca TBMM daima açık kalmış ve savaş meclisle yönetilmiştir. TBMM tarafından çıkarılan, Milli Mücadele’nin başarısı için çok kritik önemlere sahip Tekalif-i Milliye, Hıyanet-i Vataniye gibi sert kanunlara halk göğüs germiştir.
Yurdun işgaline kayıtsız kalan Sultan ve İstanbul Hükümetine karşın Ankara’da kurulan meclis, Türk ulusunun ne olursa olsun bağımsızlığı için mücadele edeceğini ilan ediyordu. TBMM’ye hayat veren Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddesi ise, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek Türk ulusunun egemenliğini sultanın elinden aldığını ilan etmiştir. Ulusal Egemenliğin yüzüncü yılında da Türk gençliği, egemenliğin saraylara hapsedilemeyeceğini ilan ediyor!