* Doç. Dr. İbrahim KAYA | Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Giriş**
Modernliğin türleri üzerine olan bir tartışma, sosyal teoride önemli bir yere sahiptir. Bu tartışmanın kavramsal bağlamında Rus ve Türk modernlik deneyimlerini modernliğin özgül formları olarak anlamayı amaçlıyorum. Karşılaştırmalı tarihsel sosyoloji disiplinindeki güncel gelişmeler ışığında Türk ve Rus bağlamlarında modernliğin farklı yorumlarının olasılığı dolayısıyla benim analizimin başlangıç noktasıdır. Modernliğin farklı yorumlarının olasılığı, esasında modernliğin imgesel anlamlarının farklı yorumlarının olasılığı anlamına gelir: Özerklik ve egemenlik.
Bu tartışma açısından modernliğin farklı türlerini anlamak ve yorumlamak için yeni bir yaklaşımın gerekliliğini öneren geç modernlikler kavramını geliştirdim.1 Geç modernlikler kavramı kolonize olmadan ortaya çıkmış modernliklere işaret etmektedir. Bu deneyimler basitçe orijinal batı modernlik modelinin kopyaları olmaktan ziyade modernliğin farklı formları olarak görülmelidir. Geç modernlikler kategorisinde üç ülke öncü örneklerdir: Rusya, Japonya ve Türkiye. Bu bölümde Türkiye ve Rusya’yı karşılaştırmayı tercih ediyorum. Her iki deneyim de Batı modernliğine bölgesel tepkiler olarak tanımlanmalıdır. Rusya ve Türkiye, Batı modeli toplum, politika ve ekonomiyi reddetme girişimlerinde önemli ortak yönlere sahiptir. Elbette bu iki ülkenin birçok önemli konuda da birbirlerinden ayrıldıkları kesin. Ancak, Asya ile Avrupa’nın karşılaştıkları coğrafyada modern olma konusunda Rusya ve Türkiye iki ana modeli oluşturmaktadır.
Sosyalist ideoloji adı altında Rusya geç 1980’lere kadar bütün dünyanın şekillenmesinde temel güç olmuştur. Bugünkü dünya eğer kapitalistler tarafından şekillendirilen bir dünyaysa, dünün dünyası Sovyet İmparatorluğu’nun sosyalistleri tarafından şekillendirilen dünyaydı.2 Rusya, Batı’yı taklit etmeden bir modernlik inşa ederken bölgedeki diğer ülkeler için de yeni bir kapıyı aralıyordu. Neredeyse aynı zaman diliminde Batı dışı bir bağlamda bir başka modern ülke ortaya çıktı: Türkiye. Her ne kadar sonuçları itibariyle Rusya’nınki kadar küresel olmasa da Türk modernleşmesi dünya tarihi içinde özgün bir konuma sahiptir. Türkiye ve Rusya kendi bölgelerinde modernliğin olmasa da modernleşmenin modelleri olarak tanımlanmışlardır. Rus ve Türk devrimlerinin gerçekleştirilmesi, esasında Batı’da liberal modernlik projesinin çöküşüne dayalıdır.
Birinci Dünya Savaşı döneminde ve sonrasında politik ve ekonomik sorunlara çözüm arayışları söz konusudur. Bu savaş imparatorluklar çağının sonunu getirmiştir diye bakılır. Ancak, Ruslar için bu doğru değildir. Rusya oldukça yeni bir imparatorluğu inşa etti ki bunun “kolektivist emperyal modernlik formu” olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyorum. Batı’da modern olmanın liberal modelinin çöküşü Ekim Devrimi’nin arkasındaki çok önemli dinamiklerdendir. Bu devrim sonuç itibariyle dünyanın sosyalistler ve kapitalistler olarak ikiye bölünmesine yol açtı.
1923’te Türkiye’de de bir devrim gerçekleşti ki o da dünya tarihinin seyrini değiştirmede etkili oldu. Başat anlamda İslami diye tanımlanan bir toplum şaşılacak düzeyde laik bir modern ülke olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla, modernleşmenin temeli olarak rasyonalite, Weber’in tezinin aksine sadece Batı’ya özgü değildi. Böylece, Rusya ve Türkiye batılılaşmanın başarılı örnekleri olarak görülmekten ziyade yeni bir çözümlemenin ışığında değerlendirilmelidir. Bu iki toplumun yirminci yüzyıl başlarındaki büyük dönüşümlerine bakacağız. Bu noktada üzerinde durmamız gereken tarihsel kırılma mı yoksa tarihsel süreklilik mi sorusudur. Bu durumun açıklığa kavuşturulması için de modernlik ile emperyalizm arasındaki ilişkiye bakacağım, çünkü her iki ülke de imparatorluktu. Buradan hareketle imparatorlukların sonu modern olmanın gereği midir sorusuna yanıt bulmaya çalışacağız.
Modernlik ve Emperyalizm
Rus ve Türk imparatorluklarının çöküşü Batı modernliğinin emperyalist karakteristikleri bağlamında anlaşılmak durumundadır. Batı modernliğinin emperyalizmi Rus ve Türk toplumlarının emperyalist yapılarını çözmüştür. Her iki deneyimdeki devrimci ya da modern dönüşümler emperyalist kurumlardaki ve geleneklerdeki uzun süreli kriz sonucu gerçekleşmiştir. Her iki ülkenin kendilerini yeniden tanımlama girişimlerinde Batı ile karşılaşmaları temel bir faktördür. Dönemin sorunu yükselen Batı gücüne karşı denge oluşturmak için modern devletin nasıl inşa edileceği sorunuydu. Rusya’nın yanıtı Türkiye’ninkinden oldukça farklıydı. Türk deneyimi emperyalist devlet sisteminden emperyalist olmayana özgün bir geçişi anlatırken, Rusya kendi bölgesinde yeni bir emperyalist merkez oluşturdu
Gelişmiş Modernliğe Emperyalist Bir Yol Olarak Rus Modernleşmesi
Modern dünyaya katılmak için Rusya açısından iki yol vardı. Birincisi, kendi içindeki bütün dengeleri radikalleştirerek emperyal tarihinden kopuş yaşayıp ulusdevlet inşa etmesiydi. İkincisi de dünyadaki modern gelişmeler ışığında imparatorluğunu yeniden yapılandırmasıydı. İlk seçenek, Ruslara oldukça yabancı bir fikirken, ikincisi politik olarak en iyi bildikleri şeydi. Bu nedenle, gelişmiş modernliğe yönelik Rus modernleşmesi emperyal bir yoldur. Bu noktada modernliğe ulaşmanın tekil bir yolu olmaktan ziyade çoğul yolları olduğu gerçeğine bir kez daha değinmekte yarar var. Rusya’nın tarihsel arka planının emperyalist modernlik üretmede temel faktörü oluşturduğunu söylerken, esasında, çoklu modernliklerin ortaya çıkışındaki önemli dinamiklerden birisinin tarihsel geçmiş olduğunu söylemiş oluyoruz. Tarih, bugün karşılaştığımız açmazları aşmada kullanabileceğimiz temel bir mekanizma olarak düşünülmelidir. Ancak, bu tür bir yaklaşımı çoklu modernliklerin temeline yerleştirme gibi bir niyetimiz olamaz. Eğer olursa, modernliği yeni bir olgu olarak anlamaktan ziyade onu tarihsel gelişmenin zorunlu bir sonucu gibi görürüz. Hâlbuki modernlik öncelikli olarak kırılmayı yani tarihten kopuşu gerektiren yeni bir insanlık durumudur. Tarihsel geçmişin inceleme altındaki modernliği farklı hatta özgün kıldığı tartışması, kuşkusuz, benim çoklu modernlikler sosyolojisi için önermiş olduğum dört faktörden birisini ifade etmektedir.3 Ancak, sadece tarihsel geçmiş değil, aynı zamanda modernliğin aktörleri, modernlik projeleri ve uygarlıklar da çoklu modernliklerin ortaya çıkışında etkili olan faktörleri oluşturmaktadır. Demek ki, tarih toplumsal gelişmenin yönüne ve formuna ilişkin bir yorumlama alanı sunsa da tek başına modernliğin yaratılmasında yetersiz bir faktördür. Tarihsel geçmişin bugüne şekil verme niteliğinin Rus Devrimi’nde etkin olduğunu söylemek, kuşkusuz, Rus modernliğinin evrimsel anlamda bir ürün olduğu anlamına gelmez. Daha ziyade tarihsel geçmişin, modernliğin çoğulluğu tartışmasına önemli bir katkı sunduğunu ama aktörlerle diyalektik etkileşiminin de dikkate alınması gerektiğini gösterir.
Dolayısıyla, Ekim Devrimi emperyalist yapıları ortadan kaldırmak yerine onları yeniden kurdu. Emperyalist yapıların yeniden yapılandırılması, elbette yeni bir aktör grubunun varlığıyla gerçekleşti ve bu da tarihin aslında yeniden yazılması demekti. Yeni bir seçkinler liderliği altında Ekim Devrimi, Rus toplumunun emperyal karakteristikleri için yeni bir strateji inşa etti.4 Devrimciler için sosyalizm hedef değildi, fakat daha ziyade gelişmiş modernlik yaratmanın aracıydı. Bu gelişmiş modernlik sosyalist bir ton içermeliydi; çünkü liberal Batı modernliğine karşı modernliğin tek uygulanabilir modeli olması gerekiyordu. Devrimciler Batı’yı sosyal bir hastalık olarak tanımlarken bu hastalığa karşı direnmenin tek modelinin Rus sosyalizmi – sosyalizm değil – olduğunu vurgulamışlardı. Hem Rusya için yeni bir ideolojik temel oluşturuluyordu hem de yeni ideolojik temel, emperyalist yapıyı kırmak bir tarafa onu yeniden formüle ediyordu.

Bu bağlamda, modern olmanın Rus yolu ilk bakışta defansif olarak tanımlanabilir. Rusya Batı emperyalizmine karşı kendini savunmuştur. Ancak, ikinci aşamada Rusya’nın kendisi bütün açılardan ofansif bir modernlik olarak ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği kelimenin tam anlamıyla kolonyal bir devletti.5 Bu noktada orijinal Batı modernlik modelinden sonra ortaya çıkmış ve benim geç modernlikler olarak adlandırdığım modern deneyimlerin defansif ya da ofansif oldukları üzerinde durmamız gerekir. Hangi kategoride olursa olsun bir geç modernlik öncelikli ve zorunlu olarak savunmacıdır. Esas sorun Batı sorunu olduğundan yani Batı’nın yükselişe geçmiş olması temel sorunu ifade ettiğinden Batı’ya karşıtlık ve ona karşı mücadele modern olmanın olmazsa olmaz temelini oluşturmuştur. İkinci aşamada, ancak, geç bir modernliğin saldırgan –ofansif– veya savunmacı –defansif– olup olmayacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, modern olmanın emperyalist Batı yolu mu izlenecektir yoksa emperyalist olana karşı savunmacı bir modernlik modeli mi oluşturulacaktır sorusu kendisini dayatmaktadır. Bu bağlamda, Rus deneyimi bir emperyalist ve dolayısıyla saldırgan bir model olarak kendisini var etmiştir.
Bu emperyalist modernleşme stratejisinin ana aktörü kuşku yok ki komünist partiydi. Eğer Batı’da modernliğin aktörü burjuva olmuşsa, Rus deneyiminde kesinlikle komünist partidir. Bu durum önemli ölçüde tarihsel mirasa dayalı olarak gelişmiştir. Rus tarihinde hali hazırda özerk entelektüel gruplar toplumsal değişmeyi gerçekleştirmek için Rus toplumu adı altında hareket etmişlerdi. Bu noktada çoklu modernlikler sosyolojisinin diğer önemli çalışma temasına değinmemiz gerekiyor: Modernleştirici aktörlerin çoğulluğu.6 Modernlik, her şeyden önce, politik bir programdır ve bu programın toplumsal pratiğe dökülmesi ancak aktörlerin konum üstlenmesiyle gerçekleşebilecek bir hedeftir. Aktörsüz toplumsal değişme ve bu noktada modernleşme mümkün olamayacağına göre, modernliğin aktörlerinin irdelenmesi önemli bir ilgiyi hak etmektedir. Sosyalist bir ideolojiyle bu yeni seçkinler grubu öyle bir modernlik inşa etmeyi hedefledi ki bu modernlik her yönüyle örgütlü bir modernlik olacaktı. Toplumsal yaşam komünist parti liderliğinde organize edilmiştir ve bu organizasyon farklı bir modernlik modeline işaret etmektedir. Örgütlü modernlik kavramı Peter Wagner’a aittir. Wagner, Batı modernlik deneyimini tarihsel sosyolojik bağlamda araştırırken İkinci Dünya Savaşı sonlarından 1970’lerin yarısına kadar geçen sürece örgütlü modernlik dönemi diye bakmaktadır.7 Yani örgütlü modernlik, devletin hem ekonomik hem de toplumsal yaşama daha doğrudan müdahalelerinin gerçekleştiği ve piyasanın sıkı bir politik kontrol altında tutulduğu modernliği ifade etmektedir. Ancak, Rusya deneyimindeki örgütlülük kuşku yok ki kapitalist Batı modelinden oldukça farklı bir örgütlülüğe işaret etmektedir. Örgütlü modernlik Rus deneyiminde komünist partinin toplumsal alanı tümel anlamda şekillendirmesi anlamına gelmektedir. Tam bu noktada modernliğin temeli özerklik meselesidir, çünkü eğer toplumsal saha partinin kontrolündeyse “Nasıl bir özerklikten söz edilebilir?” ve “Modern olmak böyle bir durumda mümkün müdür?” soruları dillendirilebilir.
Burada Sovyet deneyimi için kullanılması gerektiğini düşündüğüm bir kavramdan söz etmek istiyorum: “kolektivist emperyal modernlik”. Kolektif olarak, Ruslar kendilerini Batı modernliğinin ötekisi hatta en güçlü ötekisi olarak yorumlamışlardır. Bunu daha sonra medeniyetsel bağlamda Rus toplumunun kendi özüne yönelik anlaması olarak ve aynı zamanda bir sorun olarak ele alacağım. Peter Wagner Amerikan modernliğini kavramsal düzeyde anlarken, onu bireyci emperyalist modernlik olarak tanımlamıştı.8 Wagner’ın temel savı şudur: Amerikalılar özerkliği saf bireyci bir düzeyde anlarlarken egemenliği de tam anlamıyla araçsal düzeyde anlamaktadırlar. Yani, bireyin özerkliği ilkesi Amerikan politik ve toplumsal felsefesinin temelini oluşturmaktadır ve hedeflerini gerçekleştirmek bağlamında da bütün dünyaya hükmetmeyi yani emperyalizmi tek yol olarak görmektedir.
Ruslar içinse, benim kavramama göre, kendilerinin kolektif olarak dünyadaki özerkliği en temel ilkeyi oluşturmuştur. Ancak, hedeflerin gerçekleşmesi bağlamında Amerikalılardan farklı bir anlayışa sahip olduklarını söyleyemeyiz. Ruslar da emperyalizmi Rusların kolektif özerkliğinin devamı için vazgeçilmez temel olarak okumuşlardır. Bu sözü edilen kolektivist emperyal proje bir noktaya kadar sosyal ve politik felsefesi açısından başarılı olmuştur. Komünist partiye göre Rus toplumunda ayrıcalıklı herhangi bir sınıf ya da grup yoktu. Her gelişme kollektivite içindi. Partinin lider kadrosunun sıklıkla vurguladığı üzere tüm dünyadaki devrimci güç artık Rus proletaryasındaydı.
Ruslar çoğunlukla insanlığı tarihsel gelişme açsından son noktaya kendilerinin getireceğine inanmıştı. Gerçek kurtuluş ve özgürleşme için kendilerini tüm insanlığın tek aktörü olarak görüyorlardı. Bu bağlamda, modernliğin diğer imgesel anlamı olan egemenlik hedefi oldukça başarılı işlemiştir. Kazanımlar Batı modernliğininkinden bile daha önemli kazanımlardı. Bilim ve teknolojide Sovyetler Birliği yüksek ve gelişmiş bir modernlik yarattı. Zamanın hiçbir toplumu Rus toplumunun gerçekleştirdiği bilimsel ve teknolojik gelişmelere ulaşamazdı.
Liberal modernlik projesinin gelişme için en önemli aracı piyasa ise komünist parti için bu araç plandan başka bir şey değildi. Bilim temeli üzerinde ekonomiyi ve toplumu planlamak komünist partinin en merkezi işi halindeydi. Bu, toplumsal gelişmenin totaliter yollarından biri olarak daha sonra tanımlanacaktı. Ancak, işte tam da bu üst düzeyde organize edilmiş modernlik sadece Sovyet halklarına değil tüm dünyaya yeni bir şekil verdi.
Rasyonel egemenliğin yayılması ve genişlemesi olarak tanımlanması gereken toplumun ve ekonominin planlanması, doğa, toplum ve kişi üzerindeki egemenlik, kolektivist emperyal modelin kurulması olarak anlaşılmalıdır. Kısacası, Rus modernlik deneyimi üst düzeyde emperyalist bir modernlikti. Modernliğin özerklik imgelemine kolektif düzeyde bir özerklik anlayışıyla sahip olan Sovyetler Birliği, egemenlik imgelemine de araçsal düzeyde tıpkı Amerika’nın sahip olduğu bir hükmetme yolu olarak sahipti. Bu modelin yani kolektif emperyal modernlik modelinin alternatifi olarak ele alınması gerektiğini düşündüğüm emperyalist olmayan modernlik modeli olarak Türk modernlik deneyimine ilişkin aşağıdaki analizi öneriyorum.
Türk Modernleşmesi: Barışçıl Modernliğe Emperyal Olmayan Yol
Rusların aksine Türkler emperyal tarihleriyle olan bağı radikal anlamda kırarak bir ulusdevlet inşa ettiler. Bu devletin en temel amacı Türk toplumunun özerkliğini korumaktı. Esasında daha az stratejik ve daha fazla normatif bir modernlik hedeflendi. Modernliğe olan Türk dönüşümü genellikle İslami bir imparatorluktan Türk ulusdevletine bir dönüşüm olarak anlaşılmaktadır. Başat anlamda İslami diye kabul edilen bir toplumda Kemalizm’in ulusdevleti kurması İslami toplumlar için modernliğin modelini sunmasının temel nedeni olarak gösterilmektedir. Kemalizm Anadolu ve Rumeli’de sınırları kesin bir ulusdevlet inşa ettiğini deklare ederek emperyal gelenekle olan bağı kırmıştır.9
Eğer modernliğe yönelmiş Rus yolu emperyal bir yolsa Türk yolu tam aksi bir yolu yani emperyal olmayan bir yolu seçmiştir. Kemalizm’in modernlik modelinden eğer söz edilecekse, öncelikle bu modelin hem sömürgeci hem de sömürge devletlerin modern olamayacağına yönelik modernlik algılamasının üzerinde durulması gerekir. Antiemperyalizm temel çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Nasıl ki Rus modelinin ortaya çıkışında Batı liberal yolunun krizi önemli bir arka plansa, Türk Devrimi’nin gerçekleşmesinde de Batı emperyalizmi önemli bir arka plandır. Türklerin emperyal sistemi kendilerininkinden daha güçlü başka bir emperyalizm tarafından yıkılırken Türklerin emperyal geleneği yaşatmak için ürettiği bütün çabalar boşa çıkmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde üretilmiş olan bütün ideolojik argümanlar son tahlilde yıkılmakla karşı karşıya kalan emperyal sistemi diriltme çabasından başka bir anlam taşımamaktadır. İslami yönünün mü ön plana çıkarılacağı, ulusçu ideolojiye mi bel bağlanılacağı yoksa Osmanlılığın mı derman olacağı tartışmalarının hepsinin tek bir hedefi vardı: Emperyal geleneği devam ettirmek.
Uzun yüzyıllar emperyalist bir devlet sistemi yaratmış olan Türkler için bu gelenekten kurtulmak kolay olmadığı gibi emperyal geleneğin zayıflaması ciddi sancılar da üretmiştir. Hanedanın egemenliği bir kere bütün emperyal sistemlerde olduğu gibi temel ve sarsılmaz hedef olarak tanımlandığından esas “kurtuluş”, hanedanlığın yaşamının garanti altına alınması olmuştur. Toplumsal güçlerin değil devletin toplumsal yaşamı şekillendirdiği bir tarihsel bağlamda “dönüşmek”, “tarihten kopmak” ve “yeni başlangıç yapmak” gibi meselelerin domine ettiği bir gündemin ve dolayısıyla “sosyal aktörün” ön planda olması düşünülemez. Daha çok “yapının” sınırlamalarıyla yüzleşen bütün ideolojik duruşlar imparatorluğu sonlandırmaktan uzak biçimde “yeniden yapılandırmak” kavgasıyla meşgul olmuştur. Ancak, Batı modern emperyal modelinin her alanda üstünlüğü ele geçirdiği bir dönemde patrimonyal imparatorluğun yeniden yapılanarak yoluna devam etmesinin hiçbir koşulu kalmamıştı. Ancak, modern dünyaya katılmak için yeniden yapılanma dışında bir yol bulamayan Osmanlılar sonun farkında değillerdi. Böyle bir sonun tartışılmaz olduğunu gören Mustafa Kemal’di. Onu dahi kılan esas yönü Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşamasının mümkün olmadığını görmesi olmuştur. Bu noktada, yapının sınırlamalarını aşan sosyal aktörle Türk tarihinin tanışması süreci önemlidir. Modern dünyaya katılmanın tek yolunun ulusdevlet kurmak olduğu anlayışını ilke edinen Mustafa Kemal 1919’dan ölümüne kadar, bugün benim emperyalist olmayan savunmacı Türk modernlik modeli dediğim yolu inşa etmiştir.
Farklı bir modernlik modeli inşa etmek demek, her şeyden önce Batı ile olan ilişkideki sorunla bağlantılıdır. Dönemin üstün gücü olan Batı’nın ürettiği modelden nasıl ve hangi noktalarda ayrıldığını göstermesi gereken Türk modernlik modelinin Batı ile olan ilişkisi son derece anlaması zor bir ilişkidir. Rusların Batı modernliğine ilişkin yaklaşımları son derece netken Türklerinki oldukça muğlak bir yaklaşımdır. Sosyalist ideolojinin sisteme adapte edilmesiyle dünyaya Batı liberal modernliğin alternatifini sunma hedefi gösteren Rusların aksine Türkler bu tür bir alternatif peşinde koşmamışlardır. Türkler modernlik konusunda Batı yoluna Ruslarınkinden daha iyimser bakmışlardır. Ancak, bu durum onların eleştirel olmadıklarını göstermez. İkircikli bir bakış, baktığınızı olumladığınız anlamına gelmez.
Kuşku yok ki Türk Devrimi, Fransız Devrimi sonrası kurulmuş dünyanın tersine çevrilebileceği inancından hareket eden bir devrimdir. Sömüren ve sömürülen ülkeler arasındaki çelişkiyi çağın en belirleyici çelişmesi olarak anlayan bir modernlik için Batı’nın politik yolu yürünmemesi gereken sorunsal bir yoldu. Yani Kemalizm için Batı her yönüyle üstün bir model kurmuştu demek son derece safça bir yaklaşımı seçmek demektir.
Ancak, Ruslarınki gibi Batı modernlik modeline her açıdan saldıran bir modernlik modeli kurma girişiminden ziyade Kemalizm kabul edilebilir bulduğu Batı devrimci düşüncesinin değer olmaktan çıkışına karşı bir isyan olarak tanımlanabilir. Değerçıkar karşıtlığı bağlamında Fransız Devrimi’ne yaklaştığını görmemiz gereken Kemalizm sömürgeciliğe karşı model olmayı hedeflemiştir. Türkiye sadece sömürülen ülkeler için değil sömüren ülkeler için de bir model olarak düşünülebilir. Buradaki model esasında hem kapitalist hem de sosyalist tonlardan uzak kalmak isteyen bir modeldir. Kapitalizmin tek alternatifi kuşku yok ki sosyalizm değildir. Ancak, bu başka bir hikâyeyi anlattığından başka bir çalışmada başka bir analizi gerektirmektedir.
KAYNAKÇA
1. Kaya, İbrahim, Sosyal Teori ve Geç Modernlikler, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006.
2. Hobsbawm, Eric, Devrim Çağı, Dost Kitabevi, Ankara, 2008 3. Kaya, İbrahim, “Modernity, Openness, Interpretation: A
Perspective on Multiple Modernities”, Social Science Information, 2004, Vol. 43, No. 1.
4. Arnason, J. P., The Future that Failed, Routledge, 1993. 5. a.g.e.
6. Kaya, İbrahim, Social Theory and Later Modernities, Liverpool University Press, Liverpool, 2004
7. Wagner, P., Modernliğin Sosyolojisi, İstanbul: Sarmal Yayınları, İstanbul, 1994
8. Wagner, P., Modernity as Experience and Interpretation: A New Sociology of Modernity, Polity Press, Cambridge, 2008
9. Kaya, İbrahim, Moderndışılaşan Türkiye, İstanbul: Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2013