* Doç. Dr. Hakan UZUN | Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi
Sözlük anlamı olarak, bir devletin başka devletlere tanıdığı ekonomik ayrıcalık1 , bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalık hakları olarak tarif edilen kapitülasyon2 , sadece karşı tarafa tanınan ekonomik ayrıcalıklarla sınırlı değildir. Hukuksal ve siyasal alanları da ilgilendiren çok boyutlu bir yönü vardır. Başka bir deyişle kapitülasyon, yabancı bir devletin ve o devletin vatandaşlarının başka bir ülkede sahip olduğu ekonomik, siyasal ve hukuksal ayrıcalıkları, imtiyazları veya muafiyetleri ifade eder.3 Osmanlı Devleti de çeşitli nedenlerden dolayı birçok devlete ayrıcalıklar tanımıştır. Başlangıçta iradesiyle ve sınırlı alanlarda verdiği kapitülasyonlar, kendi çıkarlarına da hizmet etmiştir. Ancak kapitülasyonlar zamanla kontrolden çıkarak, devletin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kısıtlayan ve topraklarının bir açık pazara dönüşmesinde başrolü oynayan en önemli faktörlerden biri olmuştur. Kapitülasyonların verdiği zararlar ortaya çıkmaya başladıkça, Osmanlı Devleti kapitülasyonları kaldırmak için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu konuyu ilk olarak, 1856’da Kırım Savaşı’ndan sonra toplanan Paris Kongresi’nde gündeme getiren Osmanlı Devleti, sonrasında da bu mücadelesine devam etmiştir. Buna karşın, kapitülasyonların kendilerine sağladığı haklardan yararlanan devletlerin kapitülasyonların kalkmaması konusunda aralarında sağladıkları bütünleşme, bu çabaları sonuçsuz kılmıştır. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti’nde kapitülasyonların kaldırılmasına yönelik çabalar bitmemiştir. Bu konudaki en ciddi adımlardan biri de II. Meşrutiyet döneminde, Birinci Dünya Savaşı öncesinde atılmıştır. Bu dönemde, kendi kaynaklarına dayalı ulusal bir ekonomi kurmak için üretilen çözüm önerilerinden biri de kapitü- düşün, Güz’14 29 odtuadt.com lasyonların kaldırılması olmuştur. Bu düşünce, Osmanlı Devleti’nde hemen her kesim tarafından sık sık dile getirilmiştir. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Tasvir-i Efkâr gazetesinde kendisiyle yapılan bir söyleşide, İttihatçıların iktisadi düşünceleri üzerinde etkili olan Rus asıllı düşünür Parvus bu konuda şunları söylemiştir: “Kapitülasyonların zamanı çoktan geçmiştir. Muasır (Çağdaş) devletler arasındaki münasebet (ilişkiler) ancak devletlerin ticari şartları, sosyal hayatı ve devletlerin vaziyetlerini (durumlarını) dikkate alan anlaşmalara dayanır. Eğer Türkiye yaşamak istiyorsa, Ortaçağ zamanı için değil, yirminci asrın medeniyeti için kendisine yol açmalıdır.”
Nitekim II. Meşrutiyet döneminde iş başına gelen hükümetler her koşulda kapitülasyonların kaldırılması gerektiğini gündeme getirmişler, yabancı devletleri ikna etmeye çalışmışlardır. Bu konuda fırsat kollandığı bir anda, İttihatçılar Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasından yararlanarak 1 Ekim 1914 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kapitülasyonları tek taraflı da olsa kaldırmışlardır.4 Kararın 9 Eylül’de duyurulması yabancı temsilciliklerde tepkiyle karşılanırken, kapitülasyonların devlet ve millet hayatında yarattığı olumsuzluğun farkında olan Türk ve Müslüman tebaa ise bu kararı coşkuyla karşılamış, deyim yerindeyse ülkede bir bayram sevinci yaşanmıştır. Ulusal bir bilinç ve tam bağımsızlık düşüncesinin bir yansıması olarak kabul edilebilecek olan halkın bu tepkisi, Liman Von Sanders’in anılarında ifade ettiği şekliyle, “… kapitülasyonların kaldırılmasından sonra Türkiye Türklerindir.”5 sözüyle anlam bulmuş ve her tarafta söylenmeye başlanmıştır. Ancak Osmanlı Devleti’nin, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi’ni imzalamasından sonra, kapitülasyonlar İtilaf Devletleri tarafından yeniden yürürlüğe konulmuştur.6 Bu konuda oldukça kararlı davranan İtilaf Devletleri, Lozan öncesinde TBMM ile yaptıkları hemen hemen her barış görüşmesinde ya da taslak barış metinlerinde kapitülasyonlara sürekli olarak yer vermişlerdir. Sevr Antlaşması ise bu konudaki en somut örneklerden biri olmuştur. Buna karşılık Türk milleti Erzurum ve Sivas kongreleri kararlarında, ayrıca Misak-ı Milli metninde, tam bağımsızlık ve ülkenin toprak bütünlüğünün korunması düşüncesini, Milli Mücadele’nin temel hedefi olarak belirlemiş7 ve bu hedefe ulaşmak için Batının zorla kabul ettirmek istediği yarı sömürge düzenine karşı mücadeleye başlamıştır.8 Bu hedef, Misak-ı Milli’nin altıncı maddesinde şu sözlerle dile getirilmiştir: “Millî ve ekonomik gelişmelerimizi sağlamak devlet işlerini günün kaidelerine (kurallarına) uygun yönetimle çevirmeyi başarabilmek için her devlet gibi tam bağımsızlığa ve hürriyete sahip olmamız, yaşama ve varlığımızın temelidir. Bu yüzden siyaset, adalet, maliye alanları ile öteki alanlarda gelişmemize engel olanların karşısındayız. Ortaya çıkacak devlet borçlarımızın ödeme şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır.”9

Milli Mücadele sırasında Misak-ı Milli’yi attığı her adımda temel referans kaynağı olarak gören TBMM, İtilaf Devletleri ile yaptığı tüm görüşmelerde kapitülasyonların asla kabul edilmeyeceğini söylemiştir. Örneğin, Sakarya Muharebesi’nden sonra İngiltere, Fransa ve İtalya arasında barış koşullarının yeniden tespiti için Paris’te bir konferansın toplanmasının söz konusu olduğu ve anılan devletler arasında TürkYunan sorununun görüşüldüğü bir sırada, Mustafa Kemal Paşa ve Yusuf Kemal Bey (Tengirşek) Avrupa’da Türk isteklerini bir kez daha anlatmayı ve Yunanlıların Avrupa’daki faaliyetlerinin önüne geçmeyi düşünmüşlerdir. Bu amaçlarla Roma, Paris ve Londra’ya yapılması planlanan seyahat, 4 Şubat 1922’de TBMM’nin gündemine taşınmış ve Meclis, görüşmelerde bulunacak heyetin Misak-ı Milli’yi esas almasını istemiştir.10 Bu arada, Avrupa’ya gitmeden önce, İstanbul’da kaldığı süre içinde İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya komiserleriyle de görüşen11, Yusuf Kemal Bey (Tengirşek), kendisine dünyadaki birçok sorunun çözümünde ekonomik ve mali çıkarların önemli bir rolü olduğunu ve müttefiklerin bu konularda tatmin edilmesinin barışın sağlanmasında yardımcı olacağını belirten Japon temsilciye, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığından vazgeçmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.12
Türkiye’nin kapitülasyonların kaldırılması konusundaki kararlılığını gösteren bir başka örnek de, Lozan Barış görüşmelerinde TBMM’yi temsil edecek olan heyete hükümet tarafından verilen 14 maddelik talimatnamedir. Talimatnamede, “Ermeni yurdu bahis konusu olamaz. Olur ise müzakerelerin kesilmesini gerektirir.”, “Kapitülasyonlar kabul edilemez. Müzakerelerin inkıtaı (kesilmesi) gerekir ise yapılır.”13 denilerek, heyete bu iki konuda Ankara’ya danışmadan görüşmeleri kesip ülkeye dönme yetkisi verilmiş, böylelikle asla pazarlık yapılmayacak konular belirlenmiştir.
Lozan’a, kazanılan askeri başarıyı, diplomatik bir zafere dönüştürmek için gitmek isteyen Türkiye’nin tek hedefi, İtilaf Devletleri’ne Misak-ı Milli’yi kabul ettirmekti.14 “Türkiye’nin eşitliğini ve egemenliğini” diğer devletlere tanıtmak ve kabul ettirmek amacıyla, İstanbul’dan Lozan’a hareket edeceği gün İsmet Paşa (İnönü), Le Petit Parisien adlı Fransız gazetesi muhabirine bir demeç vermiştir. Türkiye’nin barış yapılması konusundaki hassasiyetini bir kez daha dile getirdiği demecinde, Türkiye’nin barışı herkesten çok istediğini ve kapitülasyonların kesinlikle kaldırılması gerektiğini belirtmiştir.15
İsmet Paşa (İnönü), Lozan Barış görüşmeleri başlamadan önce, 15 Kasım 1922’de16 Paris’te Poincaré ile yaptığı görüşmede de, “Kapitülasyonların kesin olarak kaldırılması Türkiye’nin hayat ve bağımsızlığının ana koşuludur. Bu konuda hiçbir fedakârlık kabul edilemez.” demiştir.17 İsmet Paşa (İnönü)’nın aktardığına göre, ikilinin görüşmesi sırasında kapitülasyonlar konuşulurken aralarındaki gerilim artmıştır. Çünkü kapitülasyonlar İtilaf Devletleri’ni tedirgin eden en önemli konuydu. Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmasının kötü örnek olacağını ve bu işin Çin’e kadar bütün Doğu milletlerini harekete geçireceğini düşünüyorlardı. İsmet Paşa (İnönü)’nın “Bu kapitülasyonlar bizim için baş meselelerden birisidir. Bu hallolmadıkça sulh olmaz.” sözüne karşılık Poincaré, “Canım bunun için sulh geri kalmaz. Geçici, bir yardımcı şekil elbette buluruz.” demiştir. İsmet Paşa (İnönü) anılarında, görüşmenin bir tartışmaya dönüştüğünü ve Poincaré’nin mali kapitülasyonların kaldırılmasına taraftar olurken, adli kapitülasyonların kaldırılmaması konusunda direndiğini belirtmiştir.18

İsmet Paşa (İnönü), Poincaré ile görüşmesinden sonra Paris’teki bütün basın temsilcilerini Crillon Oteli’ne çağırarak bir basın toplantısı düzenlemiştir. Toplantıda, Türkiye’nin barış istediğini, kapitülasyonların kaldırılması konusunda kesin kararlı olunduğunu, asla geri adım atılmayacağını ve bağımsızlığın mutlak bir şekilde elde edilmek istendiğini söylemiştir.19

İki safhada gerçekleşen Lozan Barış görüşmelerinin kesintiye uğradığı sırada yapılan Türkiye İktisat Kongresi’nde müttefiklere verilen mesajlardan biri de yine kapitülasyonların devamının asla kabul edilemeyeceği yönünde olmuştur.20 Dolayısıyla Türkiye, Milli Mücadele sırasında hemen her fırsatta kapitülasyonların kaldırılması konusundaki ısrarını tekrar tekrar dile getirmiş, Lozan görüşmelerine ne istediğini bilerek gitmiştir.
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de açılmıştır. Bununla birlikte çıkan anlaşmazlıklardan dolayı görüşmeler kesintiye uğramış ve konferans iki dönem halinde yapılmıştır. 2,5 ay süren birinci dönem görüşmeleri 21 Kasım 1922 – 4 Şubat 1923 tarihleri arasında yapılırken, ikinci dönem görüşmeleri ise 23 Nisan 1923 – 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında gerçekleşmiş ve Konferans toplam 8 ay sürmüştür.21
Lozan görüşmeleri, özellikle müttefiklerin Türk heyetini mağlup bir devletin temsilcileri olarak görmeleri nedeniyle hem Türk heyeti hem de kendileri açısından oldukça gergin geçmiştir. Daha açık bir deyimle müttefikler, Türk heyetini Mudanya Mütarekesi’ni imzalamış bir devletin temsilcisi olarak değil, Mondros Mütarekesi’ni imzalamış bir devletin temsilcisi olarak görmüşlerdir. Bu davranış karşısında Türk heyetinin direnç göstermesi ise toplantıların tartışmalı ve gergin geçmesine neden olmuştur. Örneğin görüşmeler sırasında Lord Curzon bir ara sinirlenerek, adeta kendinden geçmiş bir halde İsmet Paşa (İnönü)’ya “… bu olamaz dediklerinizin de olması için ısrar ediyorsunuz ve sabrımızın tahammül hududunun sonuna kadar gidiyorsunuz.
Unutmayınız, bu olamaz dediklerinizi cebimize atıyoruz. Siz harap ve fakir bir memleketsiniz. Bu memleketi imar etmek için muhtaç değil misiniz? Bir gün bize size yardım etmemiz için geldiğiniz zaman cebimize attıklarımızı teker teker çıkarıp bunların hesabını sizden soracağız.” demiştir. Bunun üzerine İsmet Paşa (İnönü) da “Şimdi bütün haklarımızı alacağız. Sonra gelir de karşınızda diz çökersek o zaman cebinizden çıkarınız. Fakat bu hiçbir zaman olmayacaktır.” demiştir.22
Kapitülasyonların kaldırılması konusu böylesi bir atmosferde ve kaldırılmaması konusunda müttefiklerin hemfikir olup birlikte hareket ettikleri bir ortamda tartışılmaya başlanmıştır. Müttefikler özellikle adli kapitülasyonların kaldırılmaması konusunda direnç göstermişlerdir.23 Bu nedenle de Lozan görüşmelerinin en çetin meselelerinden biri kapitülasyonlar olmuş, Konferans’a ara verilmesine yol açan konuların başında kapitülasyonlar gelmiştir.24

Kapitülasyonlar konusu ilk olarak 2 Aralık 1922’de, İtalyan temsilcisi Camillo Garroni’nin başkanlığını yaptığı İkinci Komisyon’da görüşülmeye başlanmıştır. Yüzyıllardır sahip oldukları ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen müttefikler, Osmanlı Devleti yerine kurulan yeni Türk devletine uygun gelebilecek bazı düzenlemeler yapılarak kapitülasyonların devam ettirilmesi teklifinde bulunmuşlardır. Ancak bu teklif Türkiye’nin bağımsızlık, eşitlik ve egemenlik haklarıyla uyuşmadığı için kabul edilmemiştir. Bu nedenle de ilk dönem yapılan görüşmelerden bir uzlaşma çıkmamıştır. Tartışmalar ikinci dönem görüşmeleri sırasında da devam etmiş, Türk tarafı sürekli olarak hem siyasi, hem ekonomik, hem de hukuki açıdan bağımsız olmasının kendisi açısından hayati ve vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır.25 Sonuçta Türk tarafının bu tutumu, Türk heyetinin Lozan’da sağladığı en büyük başarılardan birinin altına imza atmasını sağlamış ve antlaşmanın 28. maddesindeki “Antlaşmaya taraf olan devletlerden her biri kendi yönünden, Türkiye’deki kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığını kabul ettiklerini bildirirler.” ifadesiyle kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Kapitülasyonların kaldırılması ile ulusal bir ekonomi oluşturmanın önündeki en büyük engellerden biri ortadan kaldırılmış ve Lozan Antlaşması Türkiye açısından “eşitliğin, siyasal ve ekonomik” bağımsızlığın bir belgesi olmuştur.26
Kaynakça
1. Orhan Hançerlioğlu, Ekonomi Sözlüğü, 5. Basım, İstanbul, 1981, s.204. 2. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay., C. I, 7. Baskı, Ankara, 1983, s.642. 3. Hançerlioğlu, a.g.e., s.204. 4. Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat 1908-1918, İstanbul, 2012, s.186-187; Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, İstanbul, 1999, ss.190-191. 5. Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, İstanbul, 2010, s.184. 6. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 1. Kitap, Ankara, 1991, s.84. 7. Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Ankara, 1991, ss.25-26. 8. Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, 2. Baskı, Ankara, 1981, ss.229. 9. Mehmet Gönlübol, “Atatürk’ün Dış Politikası: Amaçlar ve İlkeler”, Atatürk Yolu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1995, ss.242-243. 10. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: I, Cilt: 16, İçtima Senesi: 2, Yüz Elli Dördüncü İçtima, 4.2.1338 Cumartesi, s.213. 11. T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, Devre: I, Cilt: 3, İçtima Senesi: III, 4 Nisan 1338 (1922), ss.173–174. 12. E. Semih Yalçın, “Mustafa Kemal Paşa’nın Yusuf Kemal Heyeti Vasıtasıyla Batılı Devletler Nezdinde Yaptığı Barış Teşebbüsü 7 Şubat-3 Nisan 1922”, Askeri Tarih Bülteni, Yıl 21, Sa.: 40, Şubat 1996, ss.29-32. 13. Türk İstiklâl Harbi II nci Cilt Batı Cephesi 6 ıncı Kısım IV Kitap İstiklâl Harbinin Son Safhası (18 Eylül 1922: 1 Kasım 1923), Genelkurmay Başkanlığı Harb Tarihi Dairesi Resmî Yay. Seri No.: 1, Ankara, 1969, ss.117-118. 14. Sevtap Demirci, Belgelerle Lozan, İstanbul, 2011, s.60. 15. Bilâl N. Şimşir, Lozan Günlüğü, Ankara, 2012, ss.89-90. 16. İsmet İnönü, Defterler (1919-1973), C.I, İstanbul, 2001, s.45. 17. Türk İstiklâl Harbi II nci Cilt Batı Cephesi 6 ıncı Kısım IV Kitap İstiklâl Harbinin Son Safhası (18 Eylül 1922: 1 Kasım 1923), Genelkurmay Başkanlığı Harb Tarihi Dairesi Resmî Yay. Seri No.: 1, Ankara, 1969 ss.121-122; İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987, s.51. 18. İnönü, a.g.e, ss.53-54. 19. Şimşir, a.g.e., ss.117-118. 20. Türk Dış Politikası, C. I, Edi.: Baskın Oran, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2001, s.218. 21. a.g.e, s.218. 22. İsmet İnönü, Lozan Barış Konferansı, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri, Haz.: İlhan Turan, Ankara, 2003, s.233. 23. İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987, s.133. 24. Türk Dış Politikası, C. I, Edi.: Baskın Oran, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2001, s.219. 25. Faruk Sönmezoğlu, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası, İstanbul, 2011, s.205; Demirci, a.g.e., s.91. 26. Türk Dış Politikası, C. I, Edi.: Baskın Oran, İletişim Yayıncılık, İstanbul, 2001, s.219, 225; Demirci, a.g.e., s.215.