Onur KARAKUŞ | ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu
Giriş
1944 yılında Varlık Vergisi sonlandıktan sonra bu vergi hakkında kitaplar, makaleler ve tezler yazılmıştır. Yine bu dönem kimi zaman çekilen bir filmle kimi zaman da yazılan bir romanla gündeme gelerek birçok kez kamuoyu önünde tartışılmıştır. Günümüzde de hala Varlık Vergisi hakkındaki tartışmalar zaman zaman gündemde yer almaktadır. Ancak yapılan tartışmalar ve değerlendirmeler incelendiğinde ya Varlık Vergisi uygulamasının aklanmaya çalışıldığı ya da uygulamanın çok sert bir şekilde eleştirildiği görülmektedir. Bu yazının amacı, bütün bu taraf olma çabalarından sıyrılarak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yerini alan Varlık Vergisi uygulamasını; yaşanan acıları, azınlıklar üzerinde yarattığı etkileri ve dönemin koşullarını göz ardı etmeden objektif bir şekilde değerlendirmektir.
Dönemin Koşulları
1939-1945 yılları arasında yaşanan İkinci Dünya Savaşı, insanlığa unutulmayacak acılar yaşatmıştır. Bu dönemde güvenlik politikaları devletler için öncelik haline gelmiş ve harcamalar hatta teknolojik gelişmeler dahi bu yönde şekillenmiştir. Kuruluşundan bu yana dış politikasında barışı temel alan genç Türkiye Cumhuriyeti de bu süreçten fazlasıyla etkilenmiş, mümkün olduğu kadar kendini savaşın dışında tutmaya çalışmış ve buna yönelik politika üretmiştir. İşte bu yüzden savaş yılları boyunca tam bir denge politikası izleyen ve İkinci Dünya Savaşı’na ancak savaşın sonucu belli olduktan sonra Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek katılan Türkiye, bu sancılı süreci vatandaşlarına bu felaketi yaşatmadan atlatmıştır. Prof. Dr. Fahir Armaoğlu da Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sürecindeki durumunu ve politikasını şöyle aktarmaktadır: “Türkiye’nin II. Dünya Savaşındaki durumu, stratejik mevkiinin önemi dolayısiyle, gerek Müttefikler’in, gerek Mihver’in Türkiyeyi kendi yanlarında savaşa sokmak için harcadıkları çabaların ve Türkiye üzerinde yaptıkları baskıların hikayesinden başka bir şey değildir. Savaşan tarafların bu faaliyetleri karşısında Türkiye’nin politikası ise, savaşın dışında kalmak ve memleketi savaşın yıkıntılarından korumak olmuştur. Türkiye’nin idarecileri bu gayenin gerçekleşmesinde gerçekten değerli bir başarı kazanmışlardır.” Her sancılı süreçte olduğu gibi bu yıllarda da birtakım önlemler alınmış ve güvenlik politikaları geliştirilmiştir. Yunanistan’a kadar gelmiş olan Nazi Ordusu’nun Sovyetler Birliği’ne Türkiye üzerinden saldırması ihtimali, Türkiye’deki yönetimi özellikle güvenlik açısından çok sıkıntılı bir sürece itmiş ve bunun sonucu olarak Türkiye bir milyonu aşkın asker beslemeye başlamıştır.
Aşağıda verilen 1938 ile 1945 yılları arasında kamu harcamalarının güvenlik, sosyal ve ekonomik hizmetler arası dağılımını gösteren tablonun dönemin daha iyi kavranması açısından önemli olduğu düşünülmektedir.

Askeri harcamalardaki artışın yanı sıra savaş süreci dünyadaki ticareti de olumsuz etkilemiş ve Türkiye de bundan nasibini almıştır. İstanbul Defterdarı olarak Varlık Vergisi’nin uygulanmasında görev alan Faik Ökte dönemi şöyle anlatmaktadır: “İkinci Dünya Harbinin mütemadiyen değişen safhaları memleketimize çok pahalıya mal olmuştur. Yüzbinlerce insanın silah altında tutulması, nüfus siyasetimizi, iktisadiyatımızı, maliyemizi sarsmıştır.” Anlaşılacağı üzere dış politikadaki belirsizlikler o günün Türkiyesi’nin iç politikası için belirleyici bir rol üstlenmiştir. Bu nedenle dönemle ilgili herhangi bir konuyu değerlendirirken bunları göz ardı etmek hem olayların tam olarak anlaşılmasını engelleyecek hem de yanlış değerlendirmelerin yapılmasına sebebiyet verecektir.
Verginin Oluşum Süreci
Dönemin Türkiyesi’nin ve Varlık Vergisi’ne giden sürecin daha iyi anlaşılması için Refik Saydam Hükümeti’nin uygulamalarını ve Milli Koruma Kanunu’nu bilmek gereklidir. 1940 yılında çıkarılan Milli Koruma Kanunu savaş dönemi iktisat politikasını belirlemiştir. Refik Saydam Hükümeti bu kanuna dayanarak vurgunculuğu, karaborsayı, enflasyonu ve bütçe açığını sıkı kontrol mekanizmaları ile çözmeye çalışmış ancak başarılı olamamıştır. Refik Saydam’ın 7 Temmuz 1942’deki ölümünden sonra Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. Refik Saydam Hükümeti döneminde ekonomide karşılaşılan başarısızlık Saraçoğlu Hükümeti tarafından aşırı devlet müdahalesine bağlanmış ve Şükrü Saraçoğlu liberal politikaları uygulayarak piyasanın bu krizden kendi dengesini sağlayarak çıkacağını düşünmüştür. Fakat beklenen başarı yine sağlanamamış ve Türkiye ekonomisi iyileşme içine girememiştir. Dönemin basınında da karaborsayla ve vurgunculukla mücadele edilmesinde izlenecek yöntemler konusunda çeşitli tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalarda, “vurguncularla mücadele için hususi mahkemelerin kurulması” ve “fevkalade kazançların vergilendirilmesi” gibi aslında Varlık Vergisi Kanunu’nun bir sürecin eseri olduğunu gösterecek çözümler önerilmiştir. Örneğin Zekeriya Sertel “Devlet Yeni Gelir Kaynaklarını Nerede Aramalıdır?” başlıklı makalesinde, “Devletin yeni gelir kaynakları ararken takip edeceği prensip; hayat seviyesi alçalan mahdut gelirli halkı ve memur sınıfı tazyik eden ve hayatı pahalılaştıracak yollardan kaçınmak, bilakis anormal vaziyetin doğurduğu fazla servetleri yakalamak olmalıdır.” tavsiyesinde bulunmuştur. Aynı zamanda milli savunmaya harcanan kaynakların yerine yeni kaynakların yaratılmasının zorunluluk haline geldiği o dönemde Varlık Vergisi uygulamasından önce çeşitli önlemler alınmaya çalışılmış ancak beklenen sonuç alınamamıştır. Örneğin Maliye Bakanlığı bünyesinde kurulan komisyon, vergi sisteminde yapılacak yeni bir düzenlemeyle fevkalade kazançlardan vergi alınmasını önermiş ancak bu öneri kabul edilmemiştir. Bunun yanı sıra savaş döneminde vurgunculukla mücadele için ağır cezalar içeren kanunlarla çeşitli tedbirler alınmaya çalışılmıştır. 3305 sayılı Varlık Vergisi Kanunu 11.11.1942 tarihinde bu koşullar altında TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Dönemin Başbakanı Saraçoğlu konuşmasında kanunla ulaşılması beklenen hedefleri şöyle aktarmıştır: “Bu kanun ile hedef tedavüldeki paraları azaltmak ve memleket ihtiyaçlarımıza karşılık hazırlamaktır. Bu böyle olmakla beraber kanunun tatbikinde Türk parasının kıymetlenmesi, muhtekirlerin üzerindeki halk düşmanlığının silinmesi, vergileri ödemek için bizzarure satışa çıkarılacak malların fiyatlarında itidal husule getirilmesi gibi tali faydaların tahassül etmesi de imkan haricinde addedilemez.”

Kanunun Hükümleri
Varlık Vergisi Kanunu, “Servet ve kazanç sahiplerinin servetleri ve kazançları üzerinden alınmak ve bir defaya mahsus olmak üzere ‘Varlık Vergisi’ adıyla bir mükellefiyet tesis edilmiştir.” hükmüyle başlamaktadır. Kanunun 2, 3, 4 ve 5. maddelerinde verginin kimlerden alınacağı ile ilgili hükümler yer almaktadır. Bu maddelere bakıldığında özellikle azınlık unsurlara karşı ayrımcılık içeren herhangi bir ifadeye rastlanmamaktadır. Bunları takip eden 6. madde vergi miktarıyla ilgili hükmü içermektedir. Kanunun bu maddesinde mükelleflerin ödeyeceği vergi miktarının 7. maddeye göre oluşturulacak komisyonlar tarafından tespit edileceği belirtilmektedir. 7. maddede, oluşturulacak komisyon başkanlarının her il ve ilçedeki en büyük mülkiye memuru olacağı belirtilmekte ve komisyonun diğer üyelerinin seçimi ise şu şekilde açıklanmaktadır: “En büyük mal memurundan ve ticaret odaları ile belediyelerce kendi azaları arasından seçilecek ikişer azadan müteşekkil bir ve icabına göre müteaddit bir komisyon kurulur. Ticaret odası bulunmayan yerlerde, bu odanın seçeceği azalar yerine belediyece, hariçten ticaret ve ziraatten anlayanlar arasından iki aza seçilir.” Kanunun 7. maddesinden 10. Maddesine kadar verginin tarhı (belirlenmesi) ve komisyonların nasıl çalışacağı ile ilgili hükümler yer almaktadır. 11, 12 ve 13. maddeler verginin tahsili ve tebliğiyle ilgili hükümleri içermektedir. Kanunun 11. maddesinde yer alan “… Komisyon kararları nihai ve kati mahiyette olup bunlara karşı idari ve adli kaza mercilerinde dava açılamaz…” hükmüyle komisyon kararlarına hukuki yol kapanmış ve evrensel hukuk değerlerine aykırı olan bu durum Varlık Vergisi’ni araştıran yazarların ortak eleştiri noktası olmuştur. Kanunun 11. maddesinde verginin tebliğiyle, 12. maddesinde ise 15 günlük süre içerisinde ödenmeyen vergilere uygulanacak faizle ilgili hüküm yer almaktadır. Aynı zamanda 12. maddede, borcunu bir ay içerisinde ödemeyen mükelleflerin çalıştırılmasıyla ilgili durum şöyle açıklanmıştır: “Talik tarihinden itibaren bir ay zarfında borçlarını ödemeyen mükellefler borçlarını tamamen ödeyinceye kadar memleketin herhangi bir yerinde bedeni kabiliyetlerine göre askeri mahiyeti haiz olmayan umumi hizmetlerde veya belediye hizmetlerinde çalıştırılırlar.” İlerleyen zamanlarda kanunun bu maddesine dayanılarak çalışma kamplarına gönderilen mükellefler olmuştur. Kampta bulunan Ermeni kökenli mükelleflerden kereste tüccarı Parseh Gevrekyan’ın bir röportajında söylediği “Bize kötü davranmadılar. Varlık Vergisi’nde çalışma zorunluluğu uygulaması sadece gösterişti. Dışarıdan çok sert görünen, yaşayanlar açısından nispeten yumuşak bir gösteriş.” cümleleri, çalışma kampları uygulamasının anlaşılması ve sağlıklı değerlendirmelerin yapılması açısından önem taşımaktadır.

Kanunun Uygulanması ve Kaldırılması
Varlık Vergisi ile ilgili en sakıncalı durumlar kanunun uygulanması esnasında yaşanmıştır. Kanunda daha önce de belirtildiği üzere azınlık unsurlara karşı ayrımcılık içeren herhangi bir hüküm bulunmasa da uygulama esnasında azınlıklar aleyhine bir ayrımcılık yapıldığı açıkça görülmektedir. Mükelleflerin ödeyeceği vergilerin komisyonların takdirine göre belirlenmesinin, adaletsizliklerin yaşanmasında önemli bir etmen olduğu söylenebilir. Faik Ökte Varlık Vergisi Faciası adlı kitabında komisyonların çalışmasıyla ilgili bir anısını şöyle anlatmaktadır:
“Ara sıra şöyle konuşmalar geçiyordu:
– …….. ne kadarlıktır?
– 500000
– Milyonluk
– Ne biliyorsun?
– Sen ne biliyorsun?
– Ortalama bir rakama git.”
Görüldüğü üzere vergiler doğruluğundan emin olunan veriler vasıtasıyla belirlenmemiştir. Bu yöntemle belirlenecek bir verginin ise adaletli ve doğru bir uygulama olduğunu söylemek zordur.

Kanunun uygulanması esnasında basının ve kamuoyunun tepkisini bilmek, dönemin Türkiyesi’ni ve kişisel sebepler neticesinde azınlıklar aleyhine gerçekleşen ayrımcılıkları anlamak açısından önemlidir. Dönemin karikatürleri ve yazıları incelendiği zaman, Varlık Vergisi Kanunu’nun uygulandığı günlerde basının uygulamaya tam destek verdiği, kamuoyunun ise uygulamadan oldukça memnun olduğu görülecektir. Refik Halid Karay’ın Tasvir-i Efkâr gazetesinde yazdığı şu cümleler kamuoyunda uygulamanın adaleti sağladığıyla ilgili görüşün hakim olduğunu göstermektedir: “… Bazı güzel duygular vardır: Aza kanaat, vatana sevgi, kanuna itaat, yoksula yardım, aça merhamet, halk derdine ortaklık… Bunlardan zerre kadar nasibini almayan sendin, sizdiniz!… Dört yıldır bazen için için, bazı kere bıyık altından, çok kerede katıla katıla gülüyordunuz. Dört yıldır gülen sendin, sizdiniz! Şimdi benim, biziz!”
Aşağıda verilen tabloda borçların ödenmesi konusunda çalışma kamplarının önemli bir etkisi olduğu görülmektedir.

Daha önceki bölümlerde de belirtildiği üzere kanunun 12. maddesine dayanılarak, borcunu bir ay içinde ödemeyen mükellefler çalışma kamplarına gönderilmiştir. Bu kampların esas amacı borcunu ödemeyen mükelleflerin borcunu ödemesini sağlamaktır. Dönemi yaşamış, bizzat çalışma kamplarında çalışmak zorunda kalmış insanların anıları incelendiğinde mükelleflere kamplarda herhangi ağır bir iş yaptırılmadığı görülmektedir. Faik Ökte’nin aktardığı “Yine belirtmek lazımdır ki, çalışma kampında hayat, zannedildiği gibi, meşakkatli ve güç olmamıştır. Aşkaleye gidenler iklim dolayısiyle senenin mühim bir kısmını evlerinde, kahvehanelerde tavla, iskambil oynamakla geçirmişlerdir.Mütemadi tazyiklere rağmen alakadarlar hususi havale yolu ile oraya para getirtmek ve rahat yaşamak yolunu bulmuşlardır. O kadar ki bu seyahat şehir hayatı ve ticari mücadeleler dolayısiyle bozulan sihhatleri düzeltmiş, gidenler -ailelerini şaşırtacak kadar- kanlı, canlı, neş’li olarak geri gelmişlerdir.”cümleleri çalışma kamplarının durumunu göstermektedir.
On altı ay yürürlükte kalan Varlık Vergisi Kanunu 15.03.1944 tarihli ve 4530 nolu “Varlık Vergisi Bekaayasının Terkine Dair Kanun” ile yürürlükten kaldırılmış ve o güne kadar ödenmeyen vergiler silinmiştir. Komisyonlarca belirlenen vergilerin %74,1’i ödenmiştir. Toplamda gayrimüslimler 166.000.000 TL, Müslümanlar 115.300.000 TL ve yabancılar da 33.000.000 TL vergi ödemiştir.

Değerlendirme
Varlık Vergisi Kanunu hakkında akla gelebilecek bazı soruları cevaplama yoluyla bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır. Evrensel hukuk ilkeleri açısından sakıncaları bulunan Varlık Vergisi uygulamasının hem ödenmesi gereken vergilerin ve yükümlülerin belirlenmesinin objektif kurallara bağlanmaması hem de belirlenen vergilere itiraz yolunun kapalı olması sebebiyle vergi tekniğine uygun olmadığı söylenebilir. Şerafettin Turan’ın bu konuyla ilgili söyledikleri önemlidir: “Sonucunda küçümsenmeyecek sonuçlar doğuran Varlık Vergisi Yasası, geride ‘kayırma, kandırma, rüşvet ve çalışma kamplarının yarattığı bir hınç’ bırakmıştı.” Bu gerçekler ışığında değerlendirme bölümüne tartışılmış ve tartışılan sorularla devam edilecektir.
Varlık Vergisi uygulamasında yaşanan mağduriyetlerin ve haksızlıkların sebebi nedir?
Verginin uygulanması esnasında haksızlıkların yapıldığı ve buna bağlı mağduriyetlerin yaşandığı göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Yükümlülerin ve ödenecek vergi miktarlarının yetkili komisyonlarca bilimsel yöntemlerle belirlenmemiş olması ve uygulamanın kısa sürede yapılmak istenmesi ortaya çıkan haksızlıkların temel sebepleridir. Dolayısıyla vergilerin belirlenme şekli keyfi uygulamalara zemin hazırlamış, bu keyfi uygulamalar sonucunda aynı gelire sahip insanlara farklı miktarlarda vergi borcu çıkarılmıştır. Bunun yanı sıra oldukça kısa bir sürede tespit edilen vergi borçlarının yükümlüler tarafından bir ay içerisinde ödenmesi istenmiştir. Bu durum hem vergi borçlarının düzgün tespit edilememesine hem de borcunu hemen ödemek zorunda kalan yükümlülerin mallarını yok pahasına satmasına yol açmıştır.
Çalışma kampı uygulaması ne kadar doğruydu? Çalışma kampları Nazi Almanyası’nın toplama kamplarına benzetilebilir mi?
Azınlıklar üzerinde bir travma yarattığını söyleyebileceğimiz çalışma kampı, o güne kadar Türkiye’de örneği görülmüş bir uygulama değildir ve insanların bu kamplara gönderilmesi nereden bakılırsa bakılsın yanlıştır. Dünyada esen ırkçı rüzgarlar sebebiyle Türkiye’de bulunan azınlıklar çalışma kamplarına gönderilirken çeşitli korkular yaşamış, yine kamplardan döndükten sonra bu travmayı atlatamayan ve ülkeyi terk eden insanlar da olmuştur. Ancak bütün bu olumsuzlukların varlığına rağmen o dönemki çalışma kamplarının Nazi Almanyası’nın insanları sistematik bir biçimde öldürmek amacıyla oluşturduğu toplama kamplarına benzetilmesi en hafif tabirle haksız bir değerlendirmedir. Yazı içerisinde verilen örneklere bakıldığında ve bu konuyla ilgili ilk kitap olan “Varlık Vergisi Faciası” incelendiğinde “çalışma kampı uygulamasının” amacının insanları sindirmek veya öldürmek değil sadece vergi borçlarının ödenmesinin hızlandırılmasını sağlamak olduğu görülecektir.
Dönemin Türkiyesi’nde insanları zor duruma düşüren “Varlık Vergisi” gibi başka bir uygulama mevcut mudur?
O dönemde “Varlık Vergisi” dışında 1944 ile 1948 yılları arasında “Toprak Mahsulleri Vergisi” adı altında köylüden de ağır bir vergi alınmış, bu vergi ile dört senede toplam 229.130.214 lira toplanmıştır. Bu uygulamada da ödenecek vergi miktarlarının belirlenmesi takdir esasına dayanmış ve köylü ağır bedeller ödemiştir. Faik Ökte’nin belirttiği “Köylü bu vergiyi nafakasından ve tohumundan ödemiştir.” ifadesi, verginin köylüye getirdiği yükün anlaşılması açısından önemlidir. Görüldüğü üzere savaş döneminin olağanüstü koşulları altında azınlıkların ödediği bedelin yanı sıra köylü de ağır bir yükün altına girmiştir.
Varlık Vergisi uygulaması azınlıkların ticari hayattaki etkisinin azalmasına yol açmış mıdır? Uygulama ırkçı bir yaklaşımın sonucu mudur?
Varlık Vergisi uygulaması sonucu gerçekleşen mülkiyet değişimleri ve yaşanan travmalar, azınlıkların ticari hayattaki etkilerinin azalmasına sebebiyet vermiştir. Bu sebeple, uygulamanın “ticaretin Türkleştirilmesi” gibi bir amaç taşıdığı da sıkça iddia edilmektedir. Azınlıkların ticari hayattan çekilmesini, ticaretin Türkleştirilmesi için bir fırsat olarak gören bir takım politikacıların ve aydınların dönem içerisinde takındıkları tutum bu iddiaların oluşmasında önemli bir etmen olmuştur. Bu noktada dönemin milletvekillerinden Ahmet Faik Barutçu’nun siyasi anılarına baktığımızda dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nun karşımıza çıkan “Bu kanun, aynı zamanda bir ihtilal kanunudur. Bize iktisadi istiklalimizi kazandıracak bir fırsat karşısındayız: Piyasamıza hâkim olan gayri Türk unsurları bu sayede bertaraf ederek Türk piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline vereceğiz.” cümleleri bu tartışmanın temelini oluşturmaktadır. O dönemde ticaretin Türkleştirilmesinin istenmesinin, yıllardır ticari hayatta faaliyet gösterememiş ve savaşlar sonucu fakirleşmiş bir milletin ırkçı bir tutumundan çok ekonomik adaletsizliklerin yarattığı bir tepki olarak yorumlamak daha doğru olacaktır. Kuşkusuz ki her dönemde olabileceği gibi o dönemde de bu olaya ırkçı bir zihniyet ile yaklaşanlar olmuştur. Ancak bu vergi uygulamasının ırkçı bir yaklaşım sonucu hazırlanan bir plan dahilinde geliştiğini söylemek yanlış olacaktır.
Yapılan yanlışlıklar Kemalizm’e ve onun ulusçuluk anlayışına mal edilebilir mi?
Bugün Türkiye’de yaşanan her olumsuzluğun sorumlusu olarak Cumhuriyet dönemi kadroları işaret edilmekte ve tarihle yüzleşme kavramı, tarihle hesaplaşmaya dönüştürülmektedir. Yıllardır Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun uygulamaları ile ortaya koyduğu “Kemalizm”e doğrudan eleştiri getirmeye çekinen kesimlerin İsmet İnönü’ye ve Tek Parti Dönemi’ne gelişigüzel tarih yorumlamaları ile saldırdıkları ortadadır. Tek Parti Dönemi’nde gerçekleşen Varlık Vergisi uygulaması da beraberinde getirdiği tartışmalar ile bu saldırıların temel dayanaklarından birini oluşturmaktadır. Ancak, tüm dünyada savaşın hakim olduğu bir dönemde, diplomaside gösterdiği başarılar sayesinde savaşın fiilen içerisinde yer almamayı sağlamış dolayısıyla savaşın getireceği pek çok yıkımı ve can kaybını önlemiş olan bir iktidarın, bugün sadece uyguladığı vergi ile anılması iyi niyeti sorgulanması gereken bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın bir uzantısı olarak, yaşanan olaylar, Kemalizm’in hiçbir etnik kökene vurgu yapılmaksızın yurttaşlık ve toprak bağı etrafında şekillenen ulusçuluk anlayışına dayandırılmakta ve bir uygulamanın eleştirisi toptan bir ideolojinin eleştirisine dönüştürülmektedir. Unutulmamalıdır ki, imparatorluktan ulus-devlet yaratan kadrolar, farklı kimliklerden insanların beraber yaşayabilmesini amaç edinmiş ve bu amaçla hiçbir kesimi yurttaşlık kavramının dışında bırakmamışlardır. Dolayısıyla, Varlık Vergisi örneğinde görüldüğü gibi Tek Parti Dönemi’nde gerçekleştirilen her uygulamayı Kemalizm’e mal etmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Sonuç olarak dönem dahilinde yaşanan ekonomik bunalımlara bir çözüm olarak ortaya çıkan Varlık Vergisi uygulaması iyi hazırlanamadığı ve süreç doğru yönetilemediği için telafisi zor acılara sebep olmuştur. Ancak sürecin ideolojik bir yaklaşımla azınlıkların sindirilmesini sağlamak hedefiyle hazırlandığı söylenemez.