* Lemi ATALAY | ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu
Değerli konuklar, sevgili arkadaşlar;
Öncelikle, saygıdeğer düşünür Ahmet Taner Kışlalı’nın ölümü anısına düzenlenen böylesine önemli bir oturumda, böylesine değerli konuşmacılarla ve siz değerli konuklarla bir arada bulunmaktan duyduğum onuru belirtmek istiyorum. Bu fırsatı bana veren ODTÜ ADT Yönetim Kurulu’na da ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayın Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğünde ben henüz lise 1 öğrencisiydim, kendisi hakkında pek bir fikrim yoktu. Sadece ölümünden sonra siyaset bilimi profesörü ve eski bir bakan olduğuna dair gazete haberlerine rastlamıştım. Kışlalı hocamız ile esas tanışmam ise buradaki bir çok arkadaşım gibi ODTÜ ADT sayesinde oldu. Topluluk olarak düzenlenen etkinliklerde birincil başvuru kaynağımız hep Ahmet Taner Kışlalı oluyordu. Kışlalı’nın eserlerini okuyup, özümseyip, çalışmalarımızı bu doğrultuda geliştiriyorduk. Bugün de size burada Ahmet Taner Kışlalı’nın bizim için neden bu kadar değerli olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Ahmet Taner Kışlalı’nın bizim için önemi, Kemalizm’i bilimsel bir şekilde bulunduğu döneme uygun olarak yorumlaması ve Kemalist ideolojiyi inançlı bir şekilde her ortamda dile getirip kuvvetli bir şekilde savunmasıdır. Bu noktayı biraz açmak istiyorum. Hemen hemen her düşünce sisteminin değişik biçimlerde yorumlanabildiği malumdur. Bu, kuvvetli bir doktrine sahip olan Marksizm için bile geçerlidir. Leninistinden Stalinistine, Troçkistinden Maocusuna, Avro-komünistinden Post-Marksistine kadar çok farklı düşüncede Marksistlere rastlamak mümkündür. Bu açıdan bakılınca, böylesine kalıplaşmış bir doktrin içermeyen Kemalizm’in de farklı biçimlerde karşımıza çıkmasını normal karşılayabiliriz.
Peki bu kadar çeşitli Kemalizm yorumlarını nasıl değerlendireceğiz? Burada temel alacağımız iki ölçüt bilimsellik ve iyi niyet olmalıdır. Biz kendi yorumumuzun mutlak doğru olduğunu hiçbir zaman iddia edemeyiz. Burada daha önemli olan yapılan yorumların bilimsellik içerip içermediğidir. Birbirleriyle tutarlı olmayan çelişkili ifadeler ile dönemini bütünsel açıdan ele almayan sığ görüşleri bilimsel olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Yine, bu farklı yorumlama çabalarına gösterebileceğimiz hoşgörü, iyi niyet koşullarının çizdiği çerçeveyle sınırlıdır. Çünkü ne yazık ki geçmişte Atatürk’ü ve Kemalizm’i amaç olarak değil, araç olarak kullanan kişilere sıkça rastladık, hâlâ rastlamaya devam ediyoruz. Bu nedenle iyi niyet içermeyen bu tip yaklaşımları da dikkate almamız imkansızdır.
İşte Kışlalı hocamızın farkı da buradan kaynaklanmaktadır. Hem Kemalizm’i bir bilim adamının yapması gereken bilimsel bir yaklaşımla ele almış, hem de bu ideolojiyi bir araç olarak değil, bir siyasi amaç, bir hayat felsefesi olarak yılmadan savunmuştur. Kemalizm’in eskidiğini, modasını geçtiğini savunanlara inat o hemen hemen her yazısında Kemalizm’i referans noktası alarak güncel olaylara bilimsel yaklaşımlar getirmeye çalışmıştır. Maalesef değerli hocamızın öldürülüşünün yarattığı bu boşluğu bugün doldurabilen düşünürler çok azdır.
Ahmet Taner Kışlalı’nın bizim için önemine değindikten sonra, bu önemin temelini oluşturan Kemalizm yaklaşımını biraz daha ayrıntılı bir şekilde ele alalım. Kışlalı hocamıza göre Kemalizm; akla, bilime, gerçekçiliğe, insancıllığa ve özgürlüğe dayalı çağdaş bir toplum özlemine yanıt veren, geri kalmışlıktan kurtulma istencini yansıtan, sürekli devrimcilik anlayışını içeren bir ideolojidir. Kemalizm’i aynı zamanda bir devrim ideolojisi olarak tanımlayan Kışlalı, onu diğer devrim ideolojileri olan liberalizm ve sosyalizmden ayırır. Çünkü bu tip devrimlerde altyapıda meydana gelen köklü değişimler, bu değişikliklere ayak uyduramayan üstyapıyı zorlamaya başlamış ve sonuçta devrimle birlikte eskimiş kurumlar değiştirilmiştir. Ancak, geri kalmış toplumlarda bu süreç tersten işlemektedir. Çünkü altyapıda değişiklik yönünde bir istenç, bir atılım yoktur. İlk gruptaki sistemlerde, devrimciler bir nevi toplumdaki evrimin yarattığı koşulların gereksinimi sonucu doğan ideolojiyi takip etmekle yetinirken, ikinci gruptaki devrimciler toplumun evrimini hızlandırarak, bazı evreleri atlayarak toplumu geliştirmeyi amaçlarlar. Çünkü toplumun henüz ulaşamadığı bir aşamaya göre kurumlar oluşturmak, böylece gelişmiş ülkelerle aralarındaki açığı bir ölçüde olsun kapatmak isterler. Ama devrimin doğal taşıyıcısı, itici gücü olan toplumsal sınıfın bulunmaması nedeniyle de işleri çok daha zordur. Temel devrimci gücün yokluğunu ya da zayıflığını ise ideolojiye büyük ağırlık vererek ve o ideoloji etrafında iyi örgütlenmiş bilinçli bir çekirdek güç oluşturarak telafi etmeye çalışırlar.

İşte Kemalizm de böyle bir geri kalmış toplumda ortaya çıkan bir devrim ideolojisidir. Mustafa Kemal Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’nın, ülkesindeki eski düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından yararlanarak ve ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü etkiyi kullanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal siyasal düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Amaç yukarıda da belirttiğimiz gibi diğer gelişmiş toplumlarla aradaki farkı bir an önce kapatmaktır. Kışlalı hocamızın önemle işaret ettiği üzere bu tarz geri kalmış ülke devrimlerinde ideoloji daha ön plandadır ve ideolojinin bu ağırlığı onu kalıplaştırma tehlikesini de beraberinde getirmektedir. İdeolojinin işte bu şekilde dogmalaşmasının hızlı bir değişim süreci ile bağdaşmayacağını gören Kemalizm, bu nedenle sürekli devrimcilik anlayışının öncülüğünü yapmıştır. Yine Kışlalı hocamızın çok güzel ifadesiyle: “En ilerici kurumlar bile koşullar içinde eskir. En ileri devrimin bekçiliği ile yetinenler, günün birinde değişen koşulların gerisinde kalmaktan, tutuculaşmaktan kurtulamazlar.” Bu nedenle biz gençler de Kışlalı hocamızı özümseyerek, şunu dile getiriyoruz: Bizler Atatürk’ün izinde değil yolundayız; çünkü Atatürk’ün izi 1938’de biter, ama yolu sonsuza dek önümüzü aydınlatır.
Bu nokta gerçekten çok önemli ve bizim için belki de Kemalizm’i anlamamız ve bilimsel şekilde yorumlamamız için de çıkış noktasını teşkil ediyor. Giriş bölümünde de değindiğim bu bilimsel yaklaşımı biraz daha ayrıntılı değerlendirmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Bilimsel yaklaşıma çok önem veren Ahmet Taner Kışlalı, bu yaklaşımın nasıl olması gerektiğini de yine kendisi ifade ediyor: Mustafa Kemal hangi koşullardaydı, ne yapmak istiyordu, ne yaptı, sonuç ne oldu? Bu anlayıştan yola çıkarsak, Kemalizm’i tüm boyutlarıyla kavrayabilmek için sadece Atatürk’ün yapmış olduklarını değerlendirerek yetinemeyeceğimiz, bu yaptıklarıyla neleri hedeflediğini, toplumu nereye götürmeyi amaçladığını da incelememiz gerektiği açıktır. Çünkü Atatürk’ün sağlığında yaptıkları sadece yapabildikleriydi. Yani o günkü Türkiye ve dünya koşullarının elvermesi ölçüsünde, düşündüklerini gerçekleştirme olanağı bulmuştu.
Bu nedenle örneğin, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki tek partinin varlığını göstererek, Kemalizm’in demokrasi anlayışını içermediğini öne sürmek bilimsel yaklaşıma uygun düşmez. Biz zaten 1930’larda demokrasi bulunduğu iddiasında olacak kadar gerçekdışı düşünen insanlar değiliz. Biz, Kemalizm’in sadece o dönem içerisinde ele alınmamasını, hedeflediği amaçların neler olduğunu ve dönemin Türkiye ve dünya koşullarının da göz önüne alınması gerektiğini ifade ediyoruz. Demokrasinin ne nesnel ne öznel koşullarının var olduğu, okuma-yazma oranının çok düşük olduğu, geri kalmış bir tarım imparatorluğundaki kul statüsünden cumhuriyetteki yurttaş statüsüne henüz geçildiği ve karşı devrim emelleri güden geniş bir kesimin var olduğu bir toplumda demokrasiyi tam anlamıyla uygulamanın hayalcilikten öteye geçmeyeceği malumdur. O dönemin Avrupasını ele aldığımızda ise faşist-nazist-komünist totaliter rejimlere sıklıkla rastlandığını ve en temel insan haklarının bile hiçe sayıldığı bir ortam görüyoruz. Bu koşullarda bile yapılan uygulamalara baktığımızda demokrasi adına olumlu adımlar görmemek imkansız. En basitinden kendi iradesiyle başka bir parti kurma çabası bile rejimin totaliter karakterde olmadığını göstermektedir. Yine Atatürk’ün çeşitli söylemlerindeki demokrasi vurgusu ve Afet İnan’a yazdırdığı “Vatandaşlar İçin Medeni Bilgiler” kitabında tanımladığı demokratik toplumun içeriğine ve öğelerine bakmak bile Kemalizm’in amaçladığı demokrasiyi anlamamıza yetmektedir. Kışlalı hocamız yine bu noktayı çok güzel özetliyor; “Özgürlük ve demokrasinin ne olduğunu bilmeyen ve dolayısıyla böyle bir istemi bulunmayan bir halka, özgürlük ve demokrasiyi öğretmek için büyük çaba sarf eden bir diktatör olabilir mi?”

Yine burada Kışlalı hocamızın eserlerinde sık sık kaynak olarak başvurduğu ünlü Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger’in tek parti ideolojisi yaklaşımına da değinmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Duverger Kemalizm’in, demokrasi geleneği bulunmayan gelişmekte olan ülkeler için, demokrasiye hazırlanma ve geçiş yolunda en uygun ideoloji olduğunu savunuyor. Kemalist tek partinin görevi, toplumu çoğulcu bir demokrasiye hazırlamaktı. Tek partili sistem olayların zorlamasıyla doğmuş, ama sürekli değil, sadece bir geçiş dönemi için öngörülmüştü. Atatürk’ün tek partisi, dışarıda bulunmayan çoğulculuğu içeride barındırıyordu. Farklı görüşlerin yer bulabildiği, olabildiğince ileri bir parti içi demokrasi sözkonusuydu. Zira, parti içindeki bu farklı görüşler de ileride çok partili hayatın kurulmasında başrolü oynayacaklardı.

Kemalizm’in bilimsel şekilde yorumlanmasını demokratiklik kavramı özelinde inceledikten sonra Ahmet Taner Kışlalı hocamızın da yardımıyla, yine bilimsellik-sürekli devrimcilik anlayışı çerçevesinde Kemalizm’i siyasal düşünceler yelpazesinde konumlandırmaya çalışalım. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kemalizm doktrini olmayan bir ideolojidir. Ama bu doktrinsizlik ve pragmatistlik onun günün koşullarına göre her yöne savrulabileceği anlamına gelmez. Sonuçta belli temel ilkeleri vardır; ama pragmatistliğinin getirdiği esneklik ve sürekli devrimcilik anlayışıyla donup kalmaktan kurtulur ve günün koşullarına özünü kaybetmeden kendini uyarlayabilir.
Hepinizin bildiği altı temel ilkeden tek tek bahsetmek istemiyorum. Kışlalı hocamıza göre bu ilkelerden Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik Fransız Devrimi’nden; Devletçilik, Halkçılık ve Devrimcilik de Sovyet Devrimi’nden etkilenerek konulmuştur. Ancak bu etkilenme ve yapılan karışım basit bir kopyalamadan ibaret değildir. Bu tarihsel sentez Anadolu topraklarına özgü, kendi değerlerini de barındıran geri kalmış bir ülkenin sentezidir. Bu tarihsel sentezi sosyal demokrasinin yaptığı senteze benzeten Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm’i sosyal demokrasinin Türkiye koşullarında uygulanması olarak değerlendirir. Bu nedenle 70’li yıllardan itibaren dile getirilen ortanın solu kavramı Kemalizm için bir nitelik değiştirmesinden çok, Kemalizm’in değişen koşullar içinde, kendini temel ilkelerine uygun olarak yenilemesi ve geliştirmesini ifade ediyordu. Bu da zaten sunumumda bir çok kez vurguladığım sürekli devrimciliğin doğal bir yansımasıydı.

Kemalizm ile sosyal demokrasinin Türkiye için bu özdeşliğini vurguladıktan sonra, Kışlalı hocamızın sık sık şikayet ettiği bir noktaya değinerek sunumumu noktalamak istiyorum. Gerek sayın hocamızın yazdığı dönemlerde gerekse bugün, sosyal demokrat partiler, düşünürler, insanlar Kemalizm kelimesini kullanmaktan sanki özenle kaçınıyorlar. Halbuki yukarıda belirttiğimiz gibi Avrupa’da farklı bir geçmişten gelse de, Türkiye’de sosyal demokrasi, Kemalizm sayesinde var olmuş ve gelişmiştir. Bu nedenle Kemalizm kelimesini kullanmaktaki bu korku neden kaynaklanıyor? Acaba onlar da Kemalizm’in eskidiğini ve modasının geçtiğini mi düşünüyorlar? İşte bu noktada yine en güzel yanıtı Ahmet Taner Kışlalı hocamız “Kemalizm eskidi mi?” makalesiyle zamanında vermişti. Ben de Kışlalı’nın sürekli devrimciliğin temel gücü olarak gördüğü gençlere verdiği Atatürk’ün yolundan gidin tavsiyesine uyarak ve hocamızın makalesindeki tespitlerini de günümüze uyarlayarak sizlerin görüşüne sunuyorum:
- Kemalist ulusçuluk, ulusların eşitliğini ve özgürlüğünü savunur. Ulus kavramına ne ırk ne din öğelerini sokmuştur; ulusu ortak geçmiş, ortak dil ve ortak kültüre dayalı bir olgu olarak tanımlamıştır. Türk-Kürt çatışmasının alıp başını gittiği, alt-üst kimlik kavramlarının içinin boşaltıldığı bir dönemde, acaba Kemalist ulusçuluk, eskimiş midir?
- Kemalist cumhuriyetçilik; özgürlükçü, sivil toplumcu, katılımcı bir demokrasi anlayışını içerir. İleri demokrasi söylemleri altında siyasetin tüm alanının tek bir parti tarafından kuşatıldığı, muhalefete, sivil topluma neredeyse nefes alacak bir alan bırakılmadığı günümüzde, acaba Kemalist cumhuriyetçilik eskimiş midir?
- Kemalist laiklik dine saygılı, ama dinin siyasete karıştırılmasına karşıdır. Aklın ve bilimin ışığında sorunlara çözüm arayan bir toplum öngörür. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bile Ortadoğu toplumlarına laiklik tavsiye ettiği günümüzde, acaba Kemalist laiklik eskimiş midir?
- Kemalist halkçılık sınıfsal ayrıcalıkları reddeden, seçkinciliğe karşı çıkan toplumsal düzende emeğe öncelik tanıyan bir toplumculuk anlayışını yansıtır. ‘Cahil halk’ söyleminin azalacağına artarak kullanıldığı, çeşitli işçi gruplarının yaşamsal güvencelerinin hâlâ sağlanamadığı günümüzde, acaba Kemalist halkçılık eskimiş midir?
- Kemalist devletçilik ekonomide özel kesime karşı olmayan, hatta destek olan ama toplum yararının gerektirdiği durumlarda devletin devreye girmesini ve kıt kaynakların akılcı kullanımını devletin gözetmesini öngören bir temel üzerine oturtulmuştur. Sürekli ekonomik krizlerin yaşandığı, en kapitalist ülkelerde bile devletin ekonomiye müdahale ederek batan şirketleri kurtardığı günümüzde, acaba Kemalist devletçilik eskimiş midir?
- Kemalist devrimcilik koşullar değiştikçe, aklın ve bilimin ışığında sürekli yenilenmeyi, en ilerici çözümleri bulup uygulamayı öngören bir sürekli devrim anlayışına sahiptir. Postmodernist düşüncenin sosyal bilimlerde hükmünü ilan ettiği günümüz bilim anlayışını daha 1930’larda yakalayan Kemalist devrimcilik, acaba eskimiş midir?
Sayın hocamın dediği gibi herkes bu soruların cevabını teker teker kendi vicdanında vermelidir. Değerli hocamız Ahmet Taner Kışlalı’nın ruhu önünde tekrar saygıyla eğiliyor, kendisini minnetle ve özlemle anıyorum. Teşekkür ederim.