Hilafetin lağvedilmesinin ardından laiklik yolunda atılan en büyük adımlardan biri de 10 Nisan 1928’de bu kavramının anayasamıza girmesidir. Mustafa Kemal, laikliği şu şekilde açıklamaktadır: “Büyük Millet Meclisi ve onun anayasası bireylerin dini ibadetini tanımakta, onlara özgürce ibadet hakkı vermektedir. Bunun dışında bir de devletin dinsel bir siyaset izlemesi ve yönetimindeki ulusal toplulukların vicdani özgürlüklerine maddi olmasa da manevi baskı yapmasını istemek akıl ve mantıkça doğru olmaz. İşte bunun için laikliği yani din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını istedik.” Günümüzde yalnız din ve devlet işlerinin ayrılması şeklinde açıklanmaya çalışılan laiklik aslında bireylerin akıllarını da özgürleştirmiş ve onları her türlü baskıya karşı koruma altına almıştır. Bir kimsenin; başkasına, din gereklerini uygulamıyor diyerek saldırmasının da önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Laikliğin ülkemize girişinin en önemli sebeplerinden biri “Softa sınıfın din simsarlığıdır.” Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde pay sahibi olan din tüccarlarının, genç cumhuriyete zarar vermelerinin ve halkı aldatmalarının yolu yalnız laiklik ile kapatılabilirdi. Bir diğer sebep ise değişen koşulların yarattığı sorunların çözümlerinin kaynağının yalnızca akıl ve bilimde bulunuyor oluşuydu. Bunlara ek olarak laiklik, Kemalizmin aydınlarından Ahmet Taner Kışlalı’ya göre; altı ilkenin dördünün ön koşulları içerisinde yer alıyordu. Bu ilkelerin uygulanmasının gerekliliği düşünüldüğünde, Mustafa Kemal’in laikliğe verdiği önem çok daha iyi anlaşılacaktır.
Geçmişte Asteğmen Kubilay’ı şehit eden asiler, İskilipli Atıf, Şeyh Sait gibi gericiler laikliği kaldırıp hilafeti getirmeye kalkışmışlar, cumhuriyetimize ve laikliğe saldırmışlardır. Yakın dönemde Meclis Başkanı sıfatı taşıyan bir kişinin bile yeni anayasada laiklik olmamalı açıklaması yapması bu irticai faaliyetlerin halen devam etmekte olduğunun kanıtıdır. Kemalizm’in değerlerinin korunması görevi bizlere düşmektedir.
Yakın geçmişte ve günümüzde tartışılan, gericiler tarafından din elden gidiyor denilerek şeytanlaştırılan laiklik özünde budur: dinin vicdana, toplum ile devletin akla ve bilime emanet edilmesi.